[vc_row][vc_column width=”1/1″][vc_column_text css=”.vc_custom_1422556966231{border-width: 2px !important;padding: 2px !important;background-color: rgba(135,135,135,0.43) !important;*background-color: rgb(135,135,135) !important;}”]

Madenlerin doğaya verdiği zararı Prof. Dr. Doğan Kantarcı anlattı

Madenlerin doğaya verdiği zararı Prof. Dr. Doğan Kantarcı anlattı

Kantarcı, “Taş ocağı işletmelerinde üretim ve sürdürülebilirlik ancak böyle sağlanabilir. Yoksa halk ve mahkemelerle uğraşılır”

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Abd. Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı, son yıllarda Türkiye’nin en önemli çevre sorunlarının başında gelen taş ocaklarının yeraltı suları, tarım ve yaşam alanlarına verdiği zararları ele alan kapsamlı rapor hazırladı. Rapora göre Türkiye genelinde sayıları on binlerle ifade edilen açık taş ocağı işletmeciliği, deprem etkisi yaratan patlatmalarla yeraltı sularını yok ederken, çıkardığı toz ile döllenmeyi önleyerek meyve ağaçlarını verimsizleşmesine, balıkların ölümüne neden oluyor. Taş ocaklarının orman ve su üretim alanlarıyla yerleşim yerlerinin uzağında ve ağaçlandırılamayacak kayalık arazilerde açılması gerektiğinin altını çizen Kantarcı, taş ocağı işletmelerinde üretim ve sürdürülebilirlik ancak böyle sağlanabilir. Yoksa halk ve mahkemelerle uğraşılır” uyarısında bulundu.

TÜRKİYE’DE 85 BİNDEN FAZLA TAŞ OCAĞI RUHSATI VERİLDİ

Türkiye 2004 yılında değiştirilerek korumacı maddelerden arındırılan Maden Yasası’nın ardından başlayan vahşi madencilikle adeta köstebek yuvasına döndü. Ormanlar, sular, tarım alanları, hayvancılık ve tarihi mirasın yanında yaşam alanları vahşi madenciliğin tehdidi altında. Resmi verilere göre ülke genelinde 85 binden fazla taş ocağı ruhsatı verildiği belirtilirken, ortaya çıkan tahribata karşı yurttaşların tepkisi de her geçen gün büyüyor. Biliminsanlarının uyarıları, kamuoyunun tepkisine rağmen vahşi madencilik hız kesmiyor. Yetkililerin denetlemekte ve önlem almakta yetersiz kaldığı vahşi madenciliğin sonucu ortaya çıkan tahribatsa artık mızrağın çuvala sığmadığını gösteriyor.

PROF. DR. KANTARCI’NIN RAPORU DURUMA AÇIKLIK GETİRİYOR

Kamu vicdanını derinden yaralayan bu tablo karşısında konuyla ilgili bir rapor hazırlayan İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Abd. Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı, taş ocağı işletmeleriyle ilgili bugüne kadar tartışma konusu olan pek çok noktaya açıklık getiriyor.

‘ORMAN, SU VE TARIM ZİNCİRİNDE ÜSTÜN KAMU YARARI VAR’

Açık taş ocağı ve maden ocağı işletmeciliğinin birçok yerde kaçınılmaz bir yöntem olarak kullanıldığını belirten Kantarcı, “Açık Taş Ocağı İşletmesinin Çevreye Etkileri ve Sürdürülebilirliği” başlıklı raporunda, “açık taş ocağı veya maden ocağı işletmelerinin yakın ve uzak çevrelerine etkilerini bir arazi kesiti üzerinde incelemek, belirlemek ve değerlendirmek konuyu kavramak için daha uygundur. Dağlık ve tepelik arazideki ormanlar odun hammaddesi üretimi yanında su da üretirler. Ormana düşen yağış gözenekli orman toprağından sızarak anakaya çatlak sistemine, oradan da kaynaklara, derelere ve yeraltı suyuna ulaşır. Yer altı suyu; içme suyu, kullanma suyu ve ovadaki tarım alanlarının sulanması, bitkisel üretimin arttırılması, halkın beslenmesi için kullanılmaktadır. Bu ilişki ‘üstün kamu yararı’ kapsamında kavranır ve değerlendirilir. Çünkü üretilen su tarım için, dolayısı ile halkın beslenmesi ve varlığının devamlılığı için gereklidir. Açık ocak işletmelerinin su üretimine ve doğal su sızma/akma yollarının bozulması üzerine etkileri ile ele almak ve değerlendirmek gerekmektedir” ifadelerine yer verdi.

Antalya / Demre

‘TAŞ OCAĞI YAKININDAKİ ZEYTİN AĞAÇLARI KURUYOR’

Yerleşim alanlarının yakınında, bağ, bahçe, zeytinlik ve orman alanlarında açık ocak işletmeye kalkışmanın önemli ve telafi edilemeyecek zararlara sebep olduğunu kaydeden Prof. Dr. Doğan Kantarcı, taş ocağı işletmelerinin çevreye en az zarar verecek kayalık arazide açılması çevreye verilecek zararların azalmasını ve halkın itirazlarının önlenmesini sağlayacağını belirterek,  şu bilgileri verdi:

“Ormanlara düşen yağışın toprağa ulaşan bölümü pek yüzeysel akışa dönüşemeden ölü örtü ve toprağa sızar. Ormanda yaprak dökümü ile oluşan ölü örtü, ölü örtünün ayrışması ile oluşan humus ve diğer kolloid organik maddeler toprağın gözenek hacminin ve gözenek çaplarının artmasını sağlarlar. Su bu gözeneklerden hızla sızarak, derinlere iner. Topraktan anakaya çatlak sistemine geçen su, kaynakları ve yeraltı suyunu besler. Taş ocağı yarmaları kaya çatlak sistemini kestiği için, yeraltı suyuna sızan suyun da açığa çıkmasına, akış yönünün değişmesine, buharlaşmasına ve kaybına sebep olur. Taş ocağı yarmaları toprak suyunun da buharlaşmasına sebep olur. Yarma kenarında veya yakınında bulunan ağaçlarda verim kaybı ve giderek kurumalar görülür. Taş ocağı yarması kenarındaki zeytin ağaçlarında meyva boyutlarının daha küçük olduğu gözlenmiştir.

Burdur

‘PATLATMALAR DEPREM ETKİSİ YARATIYOR’

Taş ocaklarında gerçekleştirilen patlamalarla oluşan sarsıntıların deprem etkisi yarattığını da dile getiren Kantarcı, söz konusu patlatmaların Kandilli Rasathanesi Deprem Enstitüsü’nde  ‘önemli yer sarsıntıları’ olarak kaydedildiğini dile getirdi. Bursa Gemlik civarında 2007 yılında gerçekleştirilen bir patlatmanın istasyon kayıtlarıyla, aynı yıl Trabzon’da gerçekleştirilen diğer bir patlatmanın istasyon kayıtlarının 2,6 olarak belirlendiğine dikkati çeken Kantarcı, söz konusu patlatmaların yeraltı sularına etkileri konusunda ise şunları kaydetti:

“Kireçtaşları, yarı mermerleşmiş kireç taşları ve mermerler tabakalı yapıda oldukları gibi tektonik hareketler veya mağma yükselmeleri ile bu tabakalar kırılır. Tabakalı ve kırıklı içyapıya yağış suları sızıp, kalsiyum karbonat’ı  eritir. Milyonlarca yıl süren bu erime olayı sonucunda kireç taşları vb kayaların içinde su yolları, mağaralar oluşur. Bu çatlak/mağara sistemi yağış sularını kaynaklara, düdenlere, yeraltı sularına taşır. Taş ocağı işletmelerinde yapılan patlatmalar çatlak/mağara sistemini bozar, çökmelere ve suyollarının değişmesine, suyun derinlere kaçmasına sebep olur. Sonuçta su kaynaklarını kullanan çiftçiler ile yerleşim alanları vd tesisler zarar görürler. Ormanların su üretimi ve tarım alanlarına su katkısı halkın beslenmesini sağlar ve bu ‘üstün kamu yararı’kapsamına girer.”

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]